24 Nisan 2015 Cuma

CHP’nin vaatleri gerçekçi mi?

CHP’nin seçim beyannamesini açıklamasının ardından bu soru haklı olarak büyük tartışma konusu oldu. CHP’nin vaatleri ve ekonomik hedefleri fazlasıyla iddialı.  Sosyal demokrat bir partinin, yoksulluğun oldukça yaygın, gelir eşitsizliğinin de bir hayli yüksek olduğu bir ülkede geniş bir yeniden dağıtım programı açıklaması teamüllere aykırı değil. Ancak bu programın ciddiye alınması için ülke ekonomisinin olanak sınırlarını da fazla zorlamaması gerekir.
CHP’nin beyannamesinin demokrasi ve hukuk devletine yönelik kararlılığını çok destekliyorum. İktidara geldiği takdirde programının bu bölümünü  uygulamasıyla ekonomiye güç vereceğinden hiç kuşkum yok. Gelir desteği projelerinin bir bölümünü de çok yerinde buluyorum. Örneğin 400 TL kreş desteği, çeşitli burslar ve eğitim yardımları türünden destekler salt yoksullukla mücadele açısından değil, işgücüne katılımı artırmak ve eğitim düzeyini yükseltmek için de faydalı.
Buna karşılık şu üç konuda ciddi şüphelerim var: Kaynak sorunu, yardım yapılacak  grupların tanımı ve makroekonomik hedefler. Vaat edilen sosyal yardımlar o kadar geniş ki burada hatırlatmaya kalkarsam yerim kalmaz. Avrupa’da partiler çoktandır ekstra sosyal harcama vaat ettiklerinde mutlaka harcama miktarını tahmin edip nasıl finanse edeceklerini de ilan ediyorlar. CHP beyannamesinde bu rutini es geçince “Bu vaatler kaç para tutuyor ve nasıl karşılanacak?” sorusuna muhatap olmaya başladı.
İlk şok geçtikten sonra CHP’nin ekonomi yöneticileri rakamlar telaffuz etmeye başladılar. Genel başkan yardımcıları Selin Sayek Böke ve Faik Öztrak’a göre ihtiyaç duyulan ekstra kamu kaynağı 60 milyar lira (milli gelirin yüzde 3’ü) kadar. Maliye Bakanı Şimşek’in hesabına göre ise 130 milyar. 60 milyar bana düşük gözükmüştü. Ardından Öztrak önemli bir açıklık getirdi. Bu rakamın kısa vadede emekliye iki maaş ikramiyenin, 1,5 liraya mazotun ve aile sigortasının bedeli olduğunu söylüyor. Diğer vaatler orta ve uzun vaadeye yayılacak. Yine de milli gelirin yüzde 3’ü az para değil. CHP’ye göre büyük israf var. Ama anılan israflar (Saray, makam arabaları vb. harcamalar) 60 milyarın bir hayli altında kalıyor. Geriye iki kaynak kalıyor: Bütçe açığını yükseltmek (kamu borcunu artırmak) ya da vergi gelirlerini artırmak. Kısa vadede bu ikinci kaynak mümkün olmadığından bütçe açını artırmak yegane seçenek. Bu bir ölçüde (1,5 yüzde puan kadar) olabilir ama CHP bundan söz etmiyor.
Makroekonomik hedeflere gelince: ‘Ekonomik büyüme yüzde 6’ya çıkarılacak’ deniyor. Şahsen Türkiye’nin yüzde 5’in üzerinde büyüme olanağına sahip olmadığı kanaatindeyim. AKP bunu beceremiyor. CHP’nin nasıl becereceğini göstermesi yeterince makbul olurdu. Büyüme konusunda anamuhalefetin biraz fazla iddialı olması hoşgörülebilir. Yüzde 6 büyüme için yatırım-GSYH oranı yüzde 20’den 29’a çıkacak deniliyor. Aynı zamanda cari açığı da kapatacağız sözü verildiğinden tutarlı bir şekilde iç tasarrufların da yüzde 15’ten yüzde 30’a çıkarılacağı iddia ediliyor. Kusura bakmayın ama bu işi bilen hiç kimle tasarruf oranının iki katına çıkacağına inanmaz. Yüzde 30 bir yana, iç tasarrufların nasıl artırılacağına dair beyannamede öneriler de göremedim.

Sosyal yardım yapılacak gruplara gelince: Yerim kalmadığından bir çelişkiye değinmekle yetineyim. 17 milyon yoksuldan söz ediliyor. Kim bu yoksullar diye baktığınız zaman karşınıza “göreli yoksulluk” ölçütü çıkıyor. Bu ölçüte göre ortanca gelirin yüzde 60’ından daha az gelire sahip olanlar yoksuldur. Bu ölçütte yoksulluk tanım icabı sıfırlanamaz. Ancak azaltılablir. Dahası, bölgeler arası büyük gelir eşitsizlikleri nedeniyle bu ölçüte göre İstanbul’da çok az, Doğu’da çok yoksul vardır. Acaba CHP bunun farkında mı?
(Zaman, Nisan 2015)

20 Nisan 2015 Pazartesi

AKP’nin seçim beyannamesinde ekonomi

AKP’nin ardından CHP de seçim beyannamesini açıkladı. Bir sonraki yazının konusu CHP’nin seçim beyannamesi olacak. AKP’nin beyannamesi ile devam edelim.
Önceki yazımda bu seçimin en kritik konusu olan başkanlık sistemini ele almıştık. Ayrıntılardan kaçınan, temel ilkeler itibarıyla da tutarsız, çelişkili bir tasarımın söz konusu olduğunu hatırlatayım. Ekonomi başkanlık sisteminin aksine olabildiğince geniş tutulmuş. Bu köşenin sınırları içinde birkaç kritik konuyla yetinmek zorundayım.
Beyanname önce “ne yaptık?” sorusunu ardından da “ne yapacağız?” sorusunu yanıtlıyor. “Ne yaptık?” kısımlarında haklı övünmeler olduğu kadar tartışmalı iddialar da var ama yer kıtlığından bunları pas geçip “ne yapacağız?” bölümüne gelelim. Temel sorunlara yönelik öneriler şöyle özetlenebilir: Verginin tabana yayılması, fiyat istikrarını koruyacak para politikası çerçevesinin korunması, cari açığın kalıcı çözüme kavuşturulması, yurtiçi tasarrufların ve işgücüne katılımın artırılması, eğitimin niteliğinin geliştirilmesi.
Bu amaçlar gerçekleştirildiği takdirde Türkiye ekonomisinin daha yüksek bir ekonomik büyümeye sıçrama yapacağına kuşku yok. Peki, AKP hangi politika araçları ile bu hedeflere varmayı öneriyor? Sırayla gidelim. Vergi alanında temel ilke belli: Vergi ödeyenlerden daha fazla vergi almamak, buna karşılık vergi tabanını genişletmek. Yani vergi kaçıranların üzerine gidilecek. Bu nasıl yapılacak? “Vergi mevzuatı sadeleştirilecek ve ilgili tarafların katkılarıyla düzenlenecek”. Somut hiçbir politika önerisi yok. Yegâne istisna, gayrimenkul rantlarından kamunun pay alacağı. Doğrusu, seçim arifesinde vergi kaçırılması konusunda AKP’den daha fazlasını bekleyemezdik.
İkinci kritik konu enflasyon. Yakın geçmişte yaşanan şiddetli faiz savaşı nedeniyle bu konuda beyannamenin ne diyeceğini merakla bekliyordum. “Para politikasının temel amacı olan fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek konusunda kararlılık devam etmektedir.” deniliyor. Güzel. “Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirlemesi esas olmaya devam edecektir.” diye devam ediliyor. Yani Merkez Bankası bağımsız politika hakkını koruyacak. Bu da güzel. Anlaşılan bağımsızlıktan taviz yok. Ama şöyle bir uzlaşma söz konusu. Merkez Bankası “Fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla, hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekleyecektir.” diyor. Merkez Bankası yasasına böyle bir ifade ekleneceğini tahmin edebiliriz. İktisaden bunun bir anlamı yok ama yeni faiz kavgalarını kışkırtıcı bir zemin de oluşur.

Maliye politikasından sürpriz yok. Düşük bütçe açıklarına devam. Eğer vergi gelirleri artacak olursa bu artışın kamu harcamalarının GSYH içindeki payının artmasına izin verilmeyeceği de vurgulanıyor. Eğer AKP ille neoliberallikle suçlanacaksa, bu vurgu iyi bir fırsat teşkil eder. Diğer kritik konu tasarruf. Daha yüksek büyüme için iç tasarrufların artması şart. Beyannamede iç tasarruf oranının yüzde 19’a çıkarılacağı vaadi var. Bu 4 yüzde puan gibi çok yüksek artış demek. Ekonomi programlarından biliyoruz ki zaten yeterince yüksek olan kamu tasarrufları belki bir puan daha artırılabilir. Kalanı özel tasarruflardan gelecek. Bu konuda ise dişe dokunur hemen hiçbir politika yok. Ne kadar olduğunu dahi bilmediğimiz firma tasarrufları için sadece Banka ve Sigorta Muameleleri vergisinden istisna sağlanacağı söyleniyor. Ne alakası var? Hanehalkı tasarruflarını artırmak için, özel emeklilik, bilinçlendirilme kampanyası gibi öneriler var. Açıkçası hiçbiri bir iktisatçının ciddiye alacağı şeyler değil.
(Zaman, Nisan 2015)

16 Nisan 2015 Perşembe

İşsizlik ve ‘sözleşme’

Günün konusu şüphesiz AKP’nin dün açıklanan seçim beyannamesi ve toplum sözleşmesi. Tali konu ise yine dün açıklanan ocak dönemi işsizlik rakamları.
Adet üzere işsizlik rakamlarına kısaca değindikten sonra esas konuya geçmek istiyorum. Medya her zaman olduğu gibi yine manşet işsizliği ön plana çıkardı. Buna göre ocak döneminde işsizlik arttı. Oysa mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlikte az da olsa bir düşüş var. Toplam işsizlik oranı yüzde 10,4’ten 10,3’e, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 12,5’ten 12,4’e geriledi. Bu düşüşün ardında işgücündeki güçlü artışa rağmen istihdamın daha da güçlü artması yatıyor. Aylık istihdam artışı özellikle iki sektörde dikkat çekiyor: Hizmetlerde artış 66 bin. Bu rutin bir artış. Sanayide ise artış 83 bin. Sanayi üretimindeki zafiyete kıyasla bu yüksek bir artış. Devam edeceğini sanmıyorum. Mayıs ayında şubat dönemi rakamları yayınlandığında işsizlik konusunu daha etraflı ele alırız.
AKP seçim beyannamesine gelince. AKP iki doküman yayınladı. Zamanım ancak uzun beyannameye değil kısa yazılmış olan “Yeni Türkiye sözleşmesi: 2023” başlıklı beyannameye yetti. Beyannameyi ekonomiyi de içerecek şekilde pazartesi günü geniş bir şekilde değerlendireceğim.
Bugün “Sözleşmede” AKP’nin neden ve nasıl  bir başkanlık sistemi önerdiğine bir göz atalım. AKP “yeni anayasayı uzlaşma kültürü içinde yazalım” diyor. Ama aynı zamanda başkanlık sistemini de “yetki kargaşasını” düzeltmek için “zaruri ihtiyaç” olarak görüyor. Oysa biliyoruz ki CHP, MHP ve HDP başkanlık sistemine açıkça karşılar. Bu demektir ki AKP referandum çoğunluğunu (330+ milletvekili) elde edebilirse başkanlık sistemini içeren anayasayı kendi bildiği gibi yapacak ve sancılı bir referandum süreci yaşayacağız. Beyanname başkanlık sistemine gerekçe olarak geçtiğimiz günlerde sık sık kullanılan “parlamenter gömlek dar geliyor”, Türkiye’yi frenliyor”, “başkanlık olmazsa 2023 ekonomi hedeflerini unutun” gibi iddialara yer vermiyor. Odaklandığı gerekçe hukuken sorumsuz cumhurbaşkanı ile tüm yürütme sorumluluğunu taşıyan başbakan arasında 12 Eylül anayasasının dayattığı “yetki kargaşası”. Buna bir de cumhurbaşkanını halkın seçmesi olgusu eklenince, AKP özetle diyor ki cumhurbaşkanını da yürütmede açıkça yetkili ve sorumlu kılalım, olsun bitsin.
Oysa “başka alternatifler de var onları da tartışalım” diyebilirdi. Beyannamede başkanlık sisteminin genel çerçevesi hakkındaki yegane ifade şöyle: “Başkanlık sistemini, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim modeli olarak tasavvur ediyoruz.” Bu bize sayın AKP liderinin hiç de tasvip etmediği yasama ile yürütmenin (başkanlığın) keskin bir şekilde ayrıldığı Amerikan tipi başkanlığı hatırlatıyor. Bu arada “müstakil etkinlikten” ne kastedildiği belli değil. AKP listelerinin tamamen merkezden belirlenmesi ile oluşan bir parlamento çoğunluğunun yasamayı nasıl “müstakil” kılabileceği de büyük soru işareti.

“Toplumsal farklılıkların siyasal temsiline” gelince. Yüzde 10 seçim barajını birkaç bin oy ile ıskalamış ama milyonlarca seçmeni temsil eden bir parti parlamentonun dışında kaldığında siyasal temsil nasıl sağlanacak? Bu büyük haksızlık gerçekleşecek olursa AKP beyannamedeki şu cümleyi nereye koyacak? “Sandık ile sembolleşen seçme ve seçilme hakkı en temel vatandaşlık hakkıdır ve bu hak hiçbir surette ve hiçbir gerekçeyle sınırlandırılamaz, yok sayılamaz ve iptal edilemez”.
(Zaman, Nisan 2015)

13 Nisan 2015 Pazartesi

Enflasyon tedirginliği

Çoktandır enflasyona değinmiyordum. Ne hedefe doğru başarılı bir gidiş var ne de alıp başını gitme durumu.
Yakın geçmişte yaşadığımız faiz kavgası, özellikle de “faizleri düşürün enflasyon da düşer” iddiası enflasyona dikkatleri çekmek için vesile oldu. Buna bir de, ister gıda fiyatlarından ister artan kurun etkisinden kaynaklansın, Merkez Bankası’nın bu yılki tahminin de tutmayacağı beklentisi eklenince, enflasyonu  sorgulamak revaçta olmaya başladı.
Geçen cuma günü TÜSİAD’ın organize ettiği bir toplantıda enflasyon tartışılınca konuyu köşeye taşımanın zamanı geldi diye düşündüm. Yeni başkan Cansen Başaran Symes açış konuşmasında iş dünyasının bir türlü düşmeyen enflasyon konusunda giderek artan tedirginliğini gayet güzel aktardı. TÜSİAD başkanı şöyle bir teşhis yaptı: “Sürekli olarak hedeften şaşan enflasyon, ileriye dönük beklentilerde bir dizi bozulmalara yol açmış durumda. Enflasyon üzerinde belirsizlik, yüksek enflasyon dönemlerinde olduğu gibi geriye bakarak fiyatlama yapma alışkanlığına dönülmesi riskini beraberinde getiriyor. Geçmişteki örnekler hala hafızalarımızda, bu da bizi oldukça tedirgin ediyor.”
Türkiye, benzeri ülkelerden giderek ayrışıyor. Büyüme bu ülkelerde de düşüyor ama en azından enflasyonları düşük. Bizde hem büyüme düşük hem enflasyon yüksek. Gelişen ekonomiler ortalamasına kıyasla bizim enflasyon 3 puan kadar yüksek. Brezilya da bize benziyor. Büyüme yerlerde sürünürken enflasyon artıyor. Ama orada hiç olmazsa faizleri indirirsek enflasyon da düşer iddiası yok. Brezilya Merkez Bankası faizleri artırıp duruyor.
Türkiye’de enflasyonda katılaşma var. Dolayısıyla hedefe yaklaştırmak, ki yüzde 5 nispeten yüksek bir hedef, yapısal nedenlere eğilmeyi gerektiriyor. Bu konuda Murat Üçer toplantıda tartışmaya oldukça açık ama berrak bir sunum yaptı. Özetlemek istiyorum. Üçer para politikasının tek başına bu katılğın altından kalkamayacağını belirttikten sonra 4 adet yapısal nitelikli politikaya dikkat çekti.
Üçer’e göre maliye politikası yeterince sıkı değil. 2001 krizinden sonra iki haneli yüksek enflasyonun hızla düştüğü büyümenin de yüzde 7 civarında olduğu 2003-2007 döneminde faiz dışı bütçe fazlası ortalama GSYH’nın yüzde 4,5’i civarındaydı. Enflasyon tek haneye indiği ama hedefin üzerinde bir seyir izlediği, büyümenin de yüzde 5,5 civarında olduğu 2010-2014 döneminde faiz dışı fazla yüzde 1 civarına düştü. İkincisi, kredi hacminde artış düşürülmüş olsa da bu yeterli değil. Üçer Merkez Bankası’nın çıktı dengesi hesabını fazla iyimser buluyor. Toplam talep potansiyel üretimin altında ise açık var diyoruz. Merkez Bankası da sürekli açık olduğu kanaatinde. Bu doğru olmayabilir. Özellikle Türkiye’nin düşük enflasyonlu büyüme potansiyelinin yüzde 5’ten daha düşük olma ihtimali var. Üçüncüsü,  maliyetler: Ücretler son yıllarda verimlilikten koptu. Verimlilik artmazken birim ücretler artıyor. Zaman zaman düzeltme kur artışı ile geliyor ama bu kez de enflasyon artıyor. Türkiye’nin bu sarmaldan çıkması gerekiyor. Dördüncüsü, Üçer Dünya Bankası’nın son raporunu referans vererek son dönemde kurumsal reformların aksadığını öne sürüyor.
Murat Üçer’in bu son görüşüne tamamen katılıyorum. Ücret, verimlilik ve kredi hacminin seyri uyarılarına da az çok katılıyorum. Faiz dışı fazlanın artırılması konusunda ise ciddi tereddütlerim var. Faiz dışı fazla düşük olsa da son tahlilde kamu borcu–GSYH oranını az da olsa düşürmeye devam ediyor. Bu oran neredeyse yüzde 30’a geriledi. Daha da aşağıya indirmenin bir faydası olur mu emin değilim.
Enflasyon konusunda tartışılacak çok şey olduğu kesin. Büyümeyi artırarak enflasyonu nasıl yüzde 5 civarına indireceğimizin yolunu henüz bulabilmiş değiliz.  

DÜZELTME: Önceki yazımda bir senaryoda yanlışlık yapmışım. HDP’nin barajı geçemediği (Tablo 2) durumda AKP’nin referandum çoğunluğunu elde edebilmesi için yüzde 43 değil yüzde 45 oy gerekiyor. Düzeltir, özür dilerim. Doğru rakamlar cumartesi günkü Today’s Zaman’da mevcut.
(Zaman, Nisan 2015)

9 Nisan 2015 Perşembe

Genel seçim senaryoları

Hiçbir seçimi 7 Haziran genel seçimleri kadar sabırsızlıkla beklediğimi hatırlamıyorum. Başkanlık ihtirası bu seçimleri rejim değişikliği seçimi haline getirdi. İktidar partisi, özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 7 Haziran’ı adeta Türkiye’nin kaderinin belirleneceği tarih haline getirdi. Tek adama dayalı, kuvvetler ayrılığının rafa kalktığı bir başkanlık rejimine geçiş tutkusu egemen oldu.
Türkiye’nin en önemli iki güncel sorunu olan Kürt sorunu ile düşük büyüme sorunu başkanlık sistemine geçişe bağlı hale getirildi. İddialar akıl alır gibi değil. Başkanlık sistemi mucizevi kurtuluş reçetesi gibi sunuluyor. Başkanlık olursa siyasal istikrar olacak, Kürt sorunu çözüme kavuşacak, ekonomide de büyük atılım yaşanacakmış. Sanki AKP bu ülkeyi parlamenter rejim çerçevesinde 12 yıldır yönetemiyormuş, sürekli engellerle karşılaşıyormuş havası estiriliyor. Ya başkanlık rejimi olmaz buna karşılık AKP yine tek başına iktidara gelecek olursa? İktidarın söylemi öylesine başkanlık sistemine odaklanmış durumda ki, rejim değişikliği olmazsa Türkiye’yi AKP hükümeti yönetse bile sanki siyasal ve ekonomik bir kaosa yuvarlanacağız.
Bu argümanların inandırıcı bir tarafı yok. Ama şu bir gerçek. 7 Haziran’da sandıktan ne sonuç çıkacağına biz vatandaşlar da fazlasıyla odaklandık. Benim çevremde pek çok seçmen sırf bu nedenle stratejik oy kullanmaya, diğer ifadeyle birinci tercih ettiği partiye değil başkanlık rejimini engellemeye yönelik oy kullanmaya karar vermiş durumda. Aynı zamanda seçimin hakkında belirsizlik de had safhada. Tahminler o kadar farklı ki, bir uçta AKP referandum çoğunluğu olan 330 milletvekilini geçerek başkanlık sistemine yönelebilir, diğer uçta ise 276 sandalyenin altına düşerek koalisyona zorlanabilir.
Uzun yıllardır kullandığım simülasyon modelimi kullanarak kritik senaryoları aşağıdaki tahmin tablosunda özetledim. HDP’nin yüzde 10 barajını geçip geçmemesi bu seçimin en kritik değişkeni. HDP’nin barajı geçip geçmemesine bağlı olarak AKP’nin oy oranı bundan sonra nasıl yönetileceğimizi belirleyecek.
Tablo 1: HDP barajı geçiyor

AKP
CHP
MHP
HDP
Oy oranı %
42
25
18
11
MV sayısı
271
127
91
61
Oy oranı %
43
25
16
11
MV sayısı
283
134
72
61
Oy oranı
51
23
12
11
MV sayısı
330
117
45
58

HDP barajı geçtiği takdirde (Tablo 1) AKP’nin referandum çoğunluğunu elde edebilmesi için (330 +) en az yüzde 51 oy gerekiyor. Bu oranı tahmin eden anket çalışması görmedim. Öte yandan AKP’nin oy oranı yüzde 42’ye düştüğü takdirde mutlak çoğunluğu kaybetme ihtimali çok yüksek. Bu oy oranının altında veren anketler mevcut. Simülasyon modelinin hata payını da dikkat aldığımızda şunu iddia edebiliriz: HDP barajı geçtiği takdirde AKP’nin referandum çoğunluğunu kazanma ihtimali son derece düşük. Çoğunluğu kaybetme ihtimali ise küçümsenemez.
Tablo 2: HDP barajı geçemiyor

AKP
CHP
MHP
HDP
Oy oranı %
43
26
17
9
MV sayısı
336
143
81
-
Oy oranı %
43
27
17
9
MV sayısı
323
147
80
-
Oy oranı
43
26
18
9
MV sayısı
319
139
92
-
HDP barajı geçemediği takdirde hemen belirteyim AKP’nin çoğunluğu kaybetme ihtimali sıfır. Bunun için oy oranının yüzde 36 civarına düşmesi şart. Bu düşüşü tahmin eden hiçbir anket yok. Anketlerin sonuçları yüzde 40 ile 49 arasında değişiyor. Bu nedenle tabloya koymadım.
Referandum çoğunluğuna gelince: Yüzde 43 civarı kritik eşik olarak görünüyor. AKP yüzde 43 ile bile bu çoğunluğu elde edebilir. Eğer CHP yüzde 26 yerine yüzde 27 civarında ya da MHP yüzde 17 yerine yüzde 18 civarında oy alırsa AKP referandum çoğunluğunu elde edemiyor.
Benim tahminime gelince: HDP’nin barajı geçme ihtimalinin çok yükseldiğini görüyorum. AKP’nin de yüzde 43-44 civarında oy alacağı kanaatindeyim. Kısacası başkanlık sisteminin rafa kalkmasını, AKP’nin ise yeniden tek başına iktidar olmasını yüksek ihtimal olarak görüyorum.

(Zaman, Mart 2015)

2 Nisan 2015 Perşembe

Ekonomik büyüme tekliyor

Uzun süredir bu köşede sık sık ekonomik büyümenin parlak olmayan hali pür melali üzerine yazıyorum. Son üç yıldır Türkiye ekonomisi düşük büyüme rejimine hapis oldu.
Salı günü açıklanan 2014 son üç ayın ve tüm yılın GSYH rakamları düşen büyümeyi bir kez daha teyit etti. Üçüncü çeyrekten dördüncü çeyreğe GSYH yüzde 0,7 arttı. Böylece 2014 büyüme oranı yüzde 2,9 olarak kesinleşti. Zaten yüzde 3 civarında bekleniyordu. Ancak ayrıntılar son üç yılda ortalama yüzde 3 büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl daha da düşük bir büyüme ile karşılaşabileceğini gösteriyor.
Geçen yılın son çeyreğinde yüzde 0,7’lik büyüme oranı aslında beklenenden daha yüksek geldi. Ancak alt kalemler bu büyümenin çok büyük ölçüde stok artışından kaynaklandığını gösteriyor. Bu şu demek: Talep firmaların beklediğinden daha düşük gerçekleşti. Diğer ifadeyle firmalar ürettiler ama planladıkları kadar satamadılar. Fazla üretim stokları şişirdi. Son çeyrekte özel tüketim artışı yüzde 1,4 olurken özel yatırımlarda yüzde 0,2’lik bir azalma oldu. Kamu harcamaları ise yüzde 0,7 arttı. Kabaca iç talepte bir puanlık bir artış oldu. Buna karışlık ihracatın yüzde 1,6 oranında gerilemesi ithalatın ise yüzde 9 artarak adeta patlama yapması ile net ihracatın büyümeye katkısı büyük ölçüde negatif oldu. Yüzde 0,7’lik büyüme 2,5 puanlık katkı yapan stok artışı ile gerçekleşti.
Bu ayrıntıları veriyorum çünkü bu yılın ilk aylarında ortaya çıkan gelişmeler geçen yılın son çeyreğine kıyasla daha tatsız görünüyor. Bir kere tüketici güveninde gözlemlenen büyük gerileme özel tüketimin büyümeye daha az katkı yapacağının işareti. Yatırımlarda ise son derece zayıf seyir devam ediyor. İhracattaki düşüşü büyüme ile aynı gün açıklanan şubat rakamları teyit etti. Geçen yılın ilk iki ayına kıyasla toplam ihracat yüzde 11 geriledi. Önceki yazımda ihracatın sorunları üzerinde durmuştum. Kısaca hatırlatmak gerekirse, Rusya ve Ukrayna’da ekonomi küçülüyor. İç savaşlar Ortadoğu’ya, özellikle düne kadar ikinci ihracat pazarımız olan Irak’a, ihracatımızı azaltıyor. AB’ye yönelik artışı ise (Dolar cinsinden) Euro’nun dolar karşısındaki büyük değer kaybı törpülüyor. Bu olumsuzluklara bu yılın ilk aylarında firmaların aşırı stokları azaltmak için üretimi kısma ihtimalleri eklenebilir.
Bu göstergeler ışığında 2015’in ilk üç ayında GSYH artışı geçen çeyreğe kıyasla çok zayıf kalacak gibi görünüyor. Bu öngörü altında yıllık büyüme sıfır civarında çıkıyor. Hükümet sözcülerinin dillendirdiği ilk çeyrekte yüzde 1,5 büyüme bana fazla iyimser geliyor. Yanılsam bile hükümet de büyümenin yüzde 3’lük ortalamanın altına inmekte olduğunun farkında.

Sonuçta iktidar partisi ikinci kez olumsuz ekonomik koşullarda bir seçime giriyor. İlki Mart 2009 yerel seçimlerinde ekonomik kriz dip noktasını gördüğünde gerçekleşmişti. Şimdi unutuldu ama ben hatırlatayım: Bu seçimlerde AKP’nin oyu yüzde 38 küsura gerilemişti. Bu kez ekonomik koşullar 2009 yılının ilk aylarındaki kadar olumsuz değil. Büyüme çok düşük ama pozitif. İşsizlikte artış var ama düzey nispeten düşük. 2009’un ilk çeyreğinde işsizlik oranı yüzde 14’ü aşmış (günümüzde yüzde 10,4) GSYH ise yıllık olarak yüzde 15 azalmıştı. Yine de düşen büyümenin iktidar partisinin oy oranını Haziran 2011 seçimlerine kıyasla azaltma ihtimali yüksek. Bu olasılığa karşı koymak için önce bizzat cumhurbaşkanının bastırmasıyla faizlerde büyük çaplı indirimle bir çare bulabileceği düşünüldü. Bunun iyi bir çare olmadığı geç de olsa anlaşıldı. Şimdi “kapsamlı” bir teşvik paketinin bugün yarın açıklanması bekleniyor. Açıklama gelirse gelecek pazartesi tartışırız.
(Zaman, Nisan 2015)