26 Mart 2015 Perşembe

Tüketici güveni hızla azalıyor

Pazartesi günkü yazıma ‘büyüme sıkıntısı’ başlığını koymuştum. Yazımda erken öncü göstergeler dikkate alındığında bu yıl büyümenin iyi bir başlangıç yapamadığından söz ettim. Aynı gün mart ayı Tüketici Güven Endeksi yayınlandı. Şubat ayında 68,1 düzeyinde olan endeks 3,7 puan azalarak 64,4’e düşmüş durumda. Vahim olan şu ki tüketici güveni geçen yılın nisan ayından beri azalıyor. 2014 Nisan’ında endeks 78,5 düzeyindeydi.
Özel tüketimin yüzde 70’in üzerinde paya sahip olduğu bir ekonomide tüketici güveninin ekonomik büyüme açısından önemli bir gösterge olduğu çok açık. Dolayısıyla ekonomik büyümenin beklenenden de düşük gelme ihtimali gündeme girdi. Pazartesi günkü yazımda sözünü ettiğim Betam ‘Ekonomik Görünüm’ notu ilk üç ayın GSYH çeyreklik büyüme oranını yüzde 0,2 tahmin ediyor. Yeni öncü göstergeler, ki tüketici güven endeksi bunlardan biri, bu tahmini negatife çevirebilir.
Bu koşullarda Tüketici Güven Endeksi’ne biraz daha ayrıntılı bakmakta yarar görüyorum. 2001 krizinden çıkıldıktan sonra bu endeks 2004 yılında 100 puana yakındı. Küresel kriz Türkiye ekonomisini vurmadan önce hâlâ 80’lerin üzerindeydi. Kriz sırasında Türkiye ekonomisi, özellikle de özel tüketim daraldı. Ekonomik krizin dip noktası olan 2009 ilk çeyreğinde tüketici güven endeksi 60 civarına kadar düşmüştü. Ardından bildiğiniz gibi krizden hızlı bir çıkış oldu. Özel tüketim 2010-2011 yıllarında büyük ölçüde arttı. GSYH büyümesi de bu yıllarda yüzde 8-9 düzeyinde gerçekleşti. Haziran 2011’de tüketici güveni bu dönemin tepe noktası olan 83 puana yükselmişti.
2011 yılı sonunda hükümet tamamen iç talebe dayalı yüksek büyümenin oluşturduğu yüksek cari açığı düşürme zorunluluğunu kabul etti. GSYH’nin yüzde 10’una yükselen dış açık sürdürülemez hale gelmişti. ‘Dengeli büyüme’ adı verilen yeni bir büyüme rejimi tasarlandı. Bu rejimde özel tüketim mütevazı ölçüde artacak, ihracat ise ithalattan hızlı artarak net ihracatın büyümeye pozitif katkı yapmasını sağlayacaktı. Bu sayede yüzde 5 civarında, daha düşük ama cari açığı azaltan dengeli bir büyüme gerçekleştirilecekti.
Bu yeni tasarım yarı yarıya başarılı oldu. Cari açık azalarak yüzde 6’nın altına geriledi ancak ortalama büyüme yüzde 3’te kaldı. Planlanandan daha düşük büyümenin bir nedeni de özel tüketimin çok zayıf seyretmesi oldu. Tüketici güvenin başaşağı seyri özel tüketimdeki zafiyetin devam ettiğini, hatta daha da kötüleştiğini gösteriyor. Büyümenin geleceği açısından bu zafiyetin üzerinde durmakta yarar var.
‘Büyüme sıkıntısı’ yazımda tüketici güvenindeki gerilemeyi reel faiz düzeyine bağlamanın doğru olmadığını savunmuştum. Kredi faizlerinin düzeyi ve enflasyon beklentisi birlikte hesaplandığında reel faiz yüzde 4 civarında çıkıyor. Türkiye koşullarında yüksek sayılmaz. Şahsen daha çok geçmiş yıllarda hanelerin hızlı borçlanması üzerinde durmaktan yanayım. Hanehalkı borç/gelir oranı halen çok yüksek değil ama çok hızlı arttı. Bu artış gelecekle ilgili olumsuz beklentilerle birleşince kredi ile tüketim iştahının kapanması bana normal geliyor.

Tüketici Güven Endeksi’ni oluşturan alt kalemlerde bu görüşü destekleyen bilgiler var. Endeks 18 alt kalemden oluşuyor. Bu kalemler ailelerin finansal durumlarını ve genel ekonomik durumu nasıl gördükleri, borçlanma ve tasarruf istekleri, işsizlik ve ücret beklentileri türü sorulardan oluşuyor. Bu kalemlerin ezici çoğunluğu son 11 aydır düşüyor. Özellikle üç tanesi borçlanma iştahı ile yakından ilgili. Ailelerin finansal durum endeksi 79,6’dan 70,8’e, işsizlik beklentisi 85,4’ten 65,3’e, ücret artış beklentisi ise 95,4’ten 91,2’ye gerilemiş durumda. Özetle, tüketici güvenindeki kayıplar büyümeyi de peşinden sürükleyebilecek düzeyde.
(Zaman, Mart 2015)

23 Mart 2015 Pazartesi

Büyüme sıkıntısı

Faiz savaşı geçmişte kalmış görünüyor. Merkez Bankası’nın faizleri sabit tutma kararına Cumhurbaşkanı’ndan bir tepki gelmedi.Şimdilik ateşkes devam ediyor. Ancak ekonomik büyümede endişeler giderek büyüyor. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın geçen hafta banka iktisatçılarına yaptığı sunumda “ilk çeyrekte ekonomik toparlanma görünmüyor” saptaması epey yankı buldu. Erken öncü göstergelere dayanan bu saptama oldukça gerçekçi.
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (Betam) görüşü de bu yönde. Perşembe günü yayınlanan Betam Ekonomik Görünüm notu “Geçen yıla kıyasla ilk çeyrekte büyüme yok” başlığını taşıyor. İlk üç ayın büyümesine dair bu ilk notta Betam çeyreklik büyümeyi yüzde 0,2 olarak öngörüyor. 2014 son çeyreğin tahmini GSYH’sı dikkate alındığında yıllık büyüme oranı sıfır çıkıyor. Dahası, bu benim kanaatim, şubat ve martta gidişat daha parlak olmadığından ilk çeyrekte ekonominin önceki çeyreğe göre küçülmüş olma ihtimali de var.
Büyüme ile ilgili bu olumsuz hava baş aşağı giden bir dizi göstergeden kaynaklanıyor. Ocak ayında sanayi üretimi yüzde 1,4 küçüldü. Yatırım malları hariç tüm alt kalemler, özellikle dayanıklı tüketim malları, önemli ölçüde ekside. Mayıs ayından beri düşmekte olan tüketici güven endeksi ocakta da yüzde 0,4 oranında düştü. Reel kesim endeksinde de gerileme var: Eksi yüzde 2,1. Altın hariç ihracat önceki çeyreğe kıyasla yüzde 1,4 azaldı. Bu gelişmelerin ışığında Betam özel tüketim ve yatırımı ilk çeyrekte durağan tahmin ediyor.
Ekonomik görünüm notunda yüzde 0,2 olarak tahmin edilen çeyreklik büyümeyi sağlayan yegane unsurlar kamu harcamaları ve net ihracat. Altın hariç ithalat iç talebin duraklaması ve yükselen kur nedeniyle ocak ayında yüzde 5,4 düştü. Yegane iyi haber, düşen ithalat sayesinde cari açığın azalmaya devam etmesi. Betam ilk çeyrekte cari açık-GSYH oranını yüzde 5,4 olarak tahmin ediyor. 2014’ün son çeyreğinde bu oran yüzde 5,8 olarak tahmin edilmişti. Yılbaşında 2015 büyüme oranını yüzde 3 olarak öngörmüştüm. Şimdilik gidişat daha düşük bir büyümeye işaret ediyor. Bir süre sonra büyüme tahminimi aşağı yönlü revize etmek zorunda kalabilirim.
Neler oluyor? Bir kere ihracat zayıf dış talep nedeniyle adeta yerinde sayıyor. TİM verileri ilk iki ayda geçen yıla kıyasla büyük çaplı düşüş gösterdi. Türkiye’nin ikinci pazarı olan Irak’a savaş, ihracatı fena halde vurdu. Rusya ekonomisinde patlak veren kriz de bu ülkeye olan ihracatı büyük ölçüde düşürdü. Avrupa’da ise ihracatımızı canlandıracak gelişme henüz görünürde yok. İhracatçılar Euro’nun değer kaybından şikâyetçi. İçerde ise özel tüketim ve yatırım beklediğimden daha zayıf seyrediyor. Bu zafiyetin nedenleri pek açık değil.
Tüketici güvenindeki büyük gerilemeyi reel faize bağlamak zor. Banka kredisi reel faizi enflasyon beklentilerine kıyasla yüzde 4 civarında hesaplanabilir. Bu düzey Türkiye için normal. Geçmişte daha yüksek reel faizler gördük ama tüketim tam gaz gidebiliyordu. Sanırım geçmiş yıllarda hızla artan hanehalkı borcu belli bir sınıra geldi. Hanehalkı borç oranı yüksek sayılmaz ama çok hızlı arttı. Son üç yıldır düşük büyüme ve değer kaybeden TL nedeniyle kişi başı gelir yerinde sayıyor. İşsizlikte de son bir yılda hatırı sayılır artış var. Anketlerde geleceğe yönelik beklentiler pek iyimser değil. Bu gelişmeler vatandaşı “Biraz nefes alma zamanı geldi.” diye düşündürmüş olabilir. Yatırımlar da bu kapalı havadan olumsuz etkileniyor. Ayrıca siyasal belirsizlikler artıyor. AKP iktidarının yargıya, medyaya, Merkez Bankası’na, hatta özel kesime baskıcı müdahaleleri yatırım ortamını, özellikle yabancı yatırımı, olumsuz etkiliyor.

(Zaman, Mart 2015)

19 Mart 2015 Perşembe

İki konu: Faiz ve işsizlik

Haftanın sıcak konusu şüphesiz Merkez Bankası’nın faiz kararı. Salı günü toplanan Para Politikası Kurulu faizleri değiştirmedi. Ancak ikinci bir konu daha var. TÜİK pazartesi günü aralık dönemi işgücü piyasası rakamlarını açıkladı. Bu rakamlar her ay açıklandığında yorumlamam âdet oldu. Üstelik bu sefer sürpriz bir gelişme de söz konusu: İşsizlikte düşüş var. Bugün iki konuya değinmem şart oldu. Önce sıcak konudan başlayalım.
Para Politikası Kurulu, faizlere dokunmayarak ekonomistlerin büyük çoğunluğunun beklentisini karşıladı. Enflasyon beklentilerinin ve piyasa faizinin yükseldiği koşullarda çok sınırlı bile olsa faiz indirmek, perşembe günkü toplantının boşa gittiğinin ilanı olurdu. Kurul’un açıklamasında “Küresel piyasalardaki belirsizlikler ve gıda fiyatlarındaki artışlar para politikasındaki temkinli yaklaşımın sürdürülmesini gerektirmektedir. Bu doğrultuda Kurul, faiz oranlarının sabit tutulmasına karar vermiştir.” deniliyor. Döviz kurunun alıp başını gitmesinden hiç söz edilmemesi şaşırtıcı. 0,5 dolar + 0,5 Euro’dan oluşan kur sepeti ortaya çıkan güven bunalımı nedeniyle 2,70 TL’ye dayandı. Bu bunalımdan önce 2,50 civarında seyreden döviz sepeti yüzde 10’un üzerinde değer kazandı. Diğer ifadeyle Türk Lirası bu kadar değer kaybetti. Bu kaybın doların genelde güçlenmesi ile ilgisi yok. Çünkü dolara karşı büyük ölçüde değer yitiren Euro’yu da kapsıyor.
Eğer kurda ciddi bir gevşeme olmazsa Merkez Bankası bir kez daha enflasyon tahmininde yanılacak. Dahası önümüzdeki dönemde FED’in faiz artırma kararına bağlı olarak faiz artışları dahi gündeme gelebilir. Nitekim Kurul önümüzdeki dönemde para politikası kararlarının enflasyon görünümündeki iyileşmenin hızına bağlı olacağını, enflasyon beklentilerinin, fiyatlama davranışlarının ve enflasyonu etkileyen diğer unsurların yakından izleneceğini belirtiyor. Bu ifadeler he ne kadar faiz indirimine devam etmek için hangi koşulların gerektiğini açıklasa da, enflasyon tahmini sapmaya başlayınca faiz artırımına gidilebileceğini de söylüyor.
Bu ortamda Cumhurbaşkanı’nın ne tavır alacağı büyük önem taşıyor. Pazartesi günkü yazımda Cumhurbaşkanı’nın “İş tatlıya bağlandı.” sözünün iknadan çok ateşkesi ima ettiğini savunmuştum. “Faizleri indirin” diye bastırmanın beklenenin aksi yönde sonuç verdiği yeterince anlaşılmış olmalı.
İşsizliğe gelince. Basın yine brüt rakam üzerinde durdu. Yüzde 10,9’a yükselen işsizlik oranı son dört yılın en yüksek düzeyine çıkmıştı. Oysa, Türkiye ekonomisi bilindiği gibi oldukça şiddetli mevsimsel etkilere tabidir. Kışa doğru ekonomik aktivite yavaşlar ve istihdam düştüğünden genellikle işsizlik artar. Buna karşılık yaza doğru aksi olur. Gerçek gelişmeleri anlayabilmek için mevsim etkilerinden arındırılmış rakamlara bakmak gerekir. Bu rakamlar kasım döneminden aralık dönemine istihdamın yüzde 0,4 oranında 100 bin kişi arttığını, işgücü artışının ise yüzde 0,1 ile sınırlı kalarak 42 bin kişi yükseldiğini söylüyor. Sonuçta işsiz sayısı 58 bin azaldı, genel işsizlik oranı da yüzde 10,6’dan 10,4’e, tarım dışı işsizlik oranı ise yüzde 12,7’den 12,5’e geriledi.

Bu gerilemelerin istisnai olma ihtimali çok yüksek. Son bir yılda Aralık 2013-Aralık 2014 döneminde genel işsizlik yüzde 9,1’den 10,4’e 1,3 puan, tarım dışı işsizlik de yüzde 10,9’dan 12,5’e 1,6 puan arttı. Zaman zaman aylık düşüşler gözlemlense de temel eğilim artış yönünde. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (Betam), ocak dönemi için artış tahmin ediyor. Bu tahmine katılıyorum.
(Zaman, Mart 2015)

16 Mart 2015 Pazartesi

Faiz savaşında ateşkes

Aylardır hüküm süren faiz savaşı geçen hafta perşembe günü yapılan üst düzey toplantı ile sona ermiş olabilir mi? Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın Cumhurbaşkanı’na 133 slaytlık sunumunun ardından Sayın Erdoğan’ın “İşi tatlıya bağladık.” açıklaması, savaşın bittiğini göstermese de en azından seçimlere kadar bir ateşkesin ilan edildiğine dair karine oluşturuyor.
Sunumda ilk 32 slayt adeta makroekonomiye özet giriş dersi gibi hazırlanmış. Basit ifadelerle ve grafiklerle faiz-kur-enflasyon ilişkileri gösteriliyor. Temel vurgu enflasyon beklentisinin altında bir politika faizinin yüksek cari açığa sahip bir ekonomide sermaye girişlerinde ortaya çıkacak arıza nedeniyle yerli paranın nasıl değer kaybedeceğine, bu kaybın da nasıl enflasyonu yükselteceğine yapılıyor. Ayrıca benzer ülkelerle karşılaştırmalı bir tablo aracılığıyla enflasyon beklentisi, piyasa faizi ve Merkez Bankası faizi seviyeleri itibarıyla hiç de aykırı bir durumda olmadığımız gösteriliyor. Başçı, bu ülkelerden Brezilya Merkez Bankası’nın geçen hafta dördüncü faiz artışını yaparak bizim faizin çok üzerine çıktığını da herhalde hatırlatmıştır.
Sunumda ayrıca piyasa faizini risk priminin, denge reel faizin ve enflasyon beklentilerinin belirlediği, iki ay önce piyasa faizi yüzde 7’nin altına düşülmüşken şimdi yüzde 8’in çok üzerinde olduğu gösteriliyor. Özel yatırımları da reel faiz seviyesi ile güven ve istikrarın etkilediği anlatılıyor. Reel faiz grafiği seviyenin yüzde 1-2 arasında olduğunu (daha aşağıya nasıl inebilir?) gösteriyor. Güven ve istikrarın bozulmakta olduğu söylenmese de herhalde anlaşılmış olmalıdır.
Kısacası, sunumda Cumhurbaşkanı’nın “Faiz neden, enflasyon sonuçtur, politika faizini esaslı bir şekilde indirin ki hem enflasyon düşsün hem yatırımlar artsın.” şeklinde özetlenebilecek görüşü çürütülüyor. Peki, Cumhurbaşkanı ikna oldu mu? Bilmiyorum. Geçen hafta toplantı öncesi yazımda hükümet kanadından Merkez Bankası’na gelen son destekler üzerine Cumhurbaşkanı’nın baskı yapmaktan vazgeçmesini muhtemel gördüğümü, Başçı’nın da toplantıda baskı son bulursa yükselen kurun aşağıya yöneleceğini, böylece yükselen enflasyon beklentilerinin düşmesiyle bir miktar daha faiz indirimi yapabileceklerini söyleyeceğini tahmin ettiğimi belirtmiştim. Cumhurbaşkanı’nın “İş tatlıya bağlandı.” sözü böyle bir anlaşmaya işaret ediyor ve iknadan çok ateşkesi ima ediyor. Merkez Bankası’na aşırı yüklenmenin ve adeta para politikasını dikte etmek istemenin meydana getirdiği döviz kuru artışı ve ekonomik belirsizlik Sayın Erdoğan’ı ekonomiyi büyük faiz indirimi ile canlandırma planı hakkında tereddüde düşürmüş olmalı.
Başçı’nın sunumuna katılan ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın ertesi günü bir konferansta yaptığı saptamalar ve Merkez Bankası’na verdiği açık destek ateşkesi doğruluyor. Babacan’ın “Sadece ve sadece Merkez Bankası’nın kur ile ilgili söylediklerine bakın, başka bir kurumun böyle bir kabiliyeti yok. Başka kurumlarımızda para politikasını analiz edecek kurum yok ki… Sadece Merkez Bankası’nın para politikası iletişimini yapması önemli. Bu yapılırsa risk azalır” sözlerinin altını çiziyorum.
Babacan ayrıca ekonomide üç öncelik olduğunu ilan ediyor. ‘En büyük öncelik’ enflasyon. Ardından cari açığın düşürülmesi, üçüncü olarak da yapısal reformlarla büyümeyi artırmak geliyor. Bu önceliklerin arasında radikal faiz indiriminin olmaması elbette şaşırtıcı değil. Şimdi Para Politikası Kurulu’nun yarınki toplantısını bekliyoruz. Eğer faizlere dokunmaz, Cumhurbaşkanı da rutinleşen tepkisini vermezse, ateşkes tahmini doğrulanmış olur.

(Zaman, Mart 2015)

12 Mart 2015 Perşembe

Ekonomi yavaşlamaya devam ediyor

Dünün (çarşamba) en önemli olayı kuşkusuz Merkez Bankası Başkanı’nın Cumhurbaşkanı’na yapacağı para politikası sunumuydu.
Ancak bu yazıyı toplantı saatinden (16.45) daha önce yollamam gerektiğinden sonuçları bilmiyorum. Sadece tahminde bulunabilirim. Bülent Arınç’ın Merkez Bankası yönetimine kısa süre önce verdiği destek önemli bir işaretti. Ardından salı günü hükümet ekonomik gidişat konusunda uzun bir toplantı yaptı.
Yapılan açıklama açıkça Merkez Bankası’na destek veriyor. Merkez Bankası Yasası’nın araç bağımsızlığı öngördüğü vurgulanıyor ve “Merkez Bankası geçmişte başarılı sınavlar vermiş ve kapasitesini kanıtlanmıştır.” deniliyor. Açıklamanın şu bölümü çok önemli: “Bugün de Merkez Bankası para politikaları hedefi doğrultusunda gereken zamanda gereken tedbirleri almaktadır.” Bu açıklama üzerine Cumuhurbaşkanı’nın Merkez Bankası’na baskı yapmaktan vazgeçmesini muhtemel görüyorum. Başçı da sanırım uygun bir üslupla Cumhurbaşkanı’na üzerlerindeki baskı son bulursa yükselen kurun aşağıya yöneleceğini, enflasyonun da düşeceğini, dolayısıyla bir miktar daha faiz indirimi yapabileceklerini söyleyecektir.
Tahminim ne ölçüde doğrulanacak pazartesi günkü yazımda konuşuruz. Salı günkü 8 saatlik toplantının diğer önemli konusunun düşük büyüme olduğu anlaşılıyor. Toplantıda sanayi üretimini ve istihdamı destekleyici bir program tartışılmış ve kabul edilmiş. Açıklandığında tartışırız. Hükümetin giderek zayıflayan ekonomiyi dert etmesi sürpriz değil. İşsizlik yavaş da olsa artışta. Son bir yılda işsizlik oranı 1,5 puana yakın arttı. Halen yüzde 11’e doğru tırmanıyor.
Pazartesi günü açıklanan ocak ayı sanayi üretim endeksi üç yıldır hüküm süren düşük büyümenin daha da düşmekte olduğu sinyalini verdi. Aralık ayına göre mevsim etkisinden arındırılmış endeks yüzde 1,4 geriledi. 2014 Ocak ayına göre de yüzde 2,2 düşüş var. Son aylarda tüketici güven endeksindeki gerileme ile bu sonuçlar tutarlı. Şubat ve mart ayında sanayi üretimi nasıl bir gelişme gösterecek şimdilik bilmiyoruz. Bildiğimiz Merkez Bankası’na olan güvenin iyice zayıflaması sonucu Türk Lirası bu aylarda kur sepetine karşı değer kaybetmeye devam etti. Sermaye çıkışı olduğu görülüyor. Dolayısıyla birinci çeyrekte önceki çeyreğe kıyasla GSYH düşüş gösterebilir. Geçen yılın son çeyreğinin GSYH rakamları henüz açıklanmadı. Ancak bir düşüş olması kuvvetle muhtemel. Bu durumda iki çeyrek üst üste GSYH gerilemiş olacak. Tanım icabı bu durgunluk (resesyon) demek. Doğrusu böyle bir gelişmeyi beklemiyordum. Ocak ayı başında geçen yıl olduğu gibi bu yıl da büyümenin yine yüzde 3 civarında kalacağını tahmin etmiştim.
Oysa son gelişmeler büyümenin daha da düşük olabileceğini gösteriyor. Seçimlerden sonra nasıl bir yol izleneceği ise çok belirsiz. AKP iktidarı bu gelişmeler karşısında tedirgin olmakta haklı. Sorun ekonominin nasıl canlandırılabileceği konusunda görüş birliği olmaması. Cumhurbaşkanı bu canlanmanın esaslı bir faiz indirimi ile gerçekleşebileceğine inanmış durumda. Bu görüşe katılmadığımı sürekli vurguladım. Davutoğlu başkanlığındaki hükümet ise bu canlanmanın radikal faiz indirmek ile olamayacağını sanırım görüyor. Yapısal reformların gereğini kavramış durumda.  Ancak yerli-yabancı ekonomik aktörlerin ekonomi yönetimine bir bütün olarak güvenmeleri ile canlanma umut edilebilir. Hazırlanan paket bu amaca hizmet edecek. Ne var ki seçimlerden önce dişe dokunur bir atılım yapılabileceği konusunda çok kuşkuluyum.

(Zaman, Mart 2015)

9 Mart 2015 Pazartesi

Çalışan kadın ihtiyacı

Bugün yine faiz kavgası üzerine yazı yazmayı tasarlıyordum. Cumhurbaşkanı’nın Babacan ve Başçı ile bu hafta görüşmesi bekleniyor. Bu kritik toplantı neye gebe, yazının ana teması olacaktı. Ancak vazgeçtim. Açıkçası bu irrasyonel ortamda tahmin yapmaktan sıkıldım. Beklemeye karar verdim.
Pazar günü 8 Mart Kadınlar Günü olması fikir değiştirmeme yardımcı oldu. Ülkemizde kadına yönelik eşitsiz muameleyi yazmaya karar verdim. Bir iktisatçı olarak soruna ekonomik pencereden bakmayı tercih ediyorum. Ama sorunun salt ekonomik eşitsizlikten kaynaklanmadığını, geleneksel değer yargılarımızın, toplumsal ahlak normlarımızın, kısacası kültürümüzün cinsel eşitsizlik sorununun çok önemli bir parçası olduğunu çok iyi biliyorum.
Tarım toplumunun ve bu toplumun ileri aşamasında gelişen tek tanrılı dinlerin şekillendirdiği geleneksel kültürde kadına bakış malum: Öncelikle annelik, ev işleri ve tarlada kocaya yardım. Bu bakış sanayi toplumunda da devam etti. Üstelik kadınların çoğunu üretimden kopardı. Tarlada çalışan kadınlar kentlere göçtüklerinde çok zorunlu değillerse evde oturmaya layık görüldüler. Zaman içinde gelişmiş ülkelerde kadının işgücüne katılması büyük ölçüde sağlandı. Bu gelişmede İkinci Dünya Savaşı’nın önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Erkekler savaşmaya gidince üretim mecburen kadınlara kaldı. Bir kere alışınca kadınlar çalışmaya devam ettiler. Ama aynı zamanda kadın-erkek eşitliğine yönelik fikir akımları da çalışan kadını destekledi.
ABD’de ve Kuzey Avrupa’da çalışan kadınların çalışma yaşındaki (15-65) kadın nüfusa oranı (işgücüne katılma oranı) erkeklerin oranına çok yakın düzeyde, yüzde 70-80 düzeyinde. Geleneksel kültürün ağırlığını hissettirdiği kimi gelişmiş ülkelerde ise kadın-erkek katılım oranları arasında fark belirginleşiyor. Örneğin kadın katılım oranı İtalya’da yüzde 55 civarında. Buna karşılık gelişmekte olan, özellikle de Müslüman nüfusa sahip Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da tarım bir yana bırakıldığında kadın katılım oranı çok düşük düzeylerde kalıyor.
Türkiye de bu ülkelerden biri. Tarımda çalışanlar istihdamının büyük bölümünü oluşturdukları dönemde kadın katılım oranı pek düşük sayılmazdı. Ama fazla bir anlamı da yoktu. 1990’ların ortalarına kadar kadın katılım oranı tarım istihdamının azalmasına paralel olarak yüzde 15 civarına kadar geriledi. Aslında kentlerde bu dönemde de kadınların eğitim düzeylerinin artmasına paralel olarak katılım oranı artıyordu ama çok yavaş artıyordu. 2000’lerde kadın katılım oranı ülke genelinde de artmaya başladı çünkü kentlerde çalışan kadın sayısında artış güçlendi.
Son rakamlar şöyle: 15-65 yaş arasındaki kadınların yüzde 33,6’sı çalışıyor. Bu oran erkeklerde yüzde 76,6. Aradaki uçurumun pek çok nedeni var. En önemli iki neden geleneksel kültür ve eğitim.
Yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 70’in biraz üzerinde. Lise mezunlarında bu oran yüzde 36 civarına, lise altı eğitime sahip kadınlarda yüzde 15 civarına geriliyor. Kültür, eğitim düzeyini de etkiliyor elbette. Ama bu etkiyi bir yana bırakırsak, düşük eğitimin kadınlarımızı çalışmaya teşvik etmemesinin nedeni düşük ücret. Çocuklar kreşe verilecekse ortaya çıkacak maliyet ücrete kıyasla çok yüksek kalıyor. Buna bir de çalışan kadına genelde iyi gözle bakılmaması eklenince çalışan kadın sayısı çok düşük kalıyor. Çalışmayı ya koca istemiyor, ya da baba. Nitekim yükseköğretim düzeyinde katılım oranı nispeten yüksek bile olsa Avrupa’ya kıyasla düşük kalıyor.
Kadının çalışması neden önemli? Çünkü özgürlük için ayakları üzerinde durabilmek çok önemli. Kalkınma için çalışan kadının gereği de cabası.

(Zaman, Mıart 2015)

5 Mart 2015 Perşembe

Yoksulun enflasyonu

Salı günü açıklanan şubat enflasyon rakamları bir kez daha yüksek enflasyon diye bir sorunumuz olduğunu hatırlattı.
Aylık tüketici enflasyon artışı (0,7) geçen yılki artışa (0,4) kıyasla daha yüksek gelince, yıllık enflasyon yüzde 7,2’den 7,6’ya yükseldi. Mart ayında Para Politikası Kurulu’nun faizi ne yapacağı şimdiden merak konusu. Normalde faizlere dokunmaması lazım ama üzerindeki muazzam baskı elini kolunu bağlamış durumda. Bu konuda yeterince yazdım. Şubat enflasyonunun ilginç yönü gıda fiyatlarının yüksek çıkması. Oysa Merkez Bankası, bu kalemde normalleşme beklediğini açıklamıştı. Buna bir de nominal kurdaki malum nedenle artış eklenince Merkez Bankası’nın işi iyice zorlaştı.
Son yazımda “faiz kavgası artık son bulmalı” demiştim ama pek öyle durmuyor. Bir yandan Merkez Bankası başkanı istifa etmesin diye gayret sarf ediliyor, öbür yandan ‘kendine çekidüzen versin’ isteniyor. Bu konuda yeterince dil döktüm. Bugün enflasyonun farklı bir yönüne değinmek istiyorum. Pazartesi günü Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (Betam) benim de imzamı taşıyan “Yoksul ile zengin arasındaki enflasyon farkı rekor seviyede” başlıklı bir araştırma yayınladı. Araştırma 2003’ten bu yana düşük gelirli grup ile yüksek gelirli grubun özgün enflasyonlarını inceliyor.
2003 yılı fiyat seviyesi 100 kabul edilirse, TÜİK’in takip ettiği tüketici fiyat endeksi 250’ye, yani fiyat seviyesi 3,5 katına çıkmış durumda. Ancak bu enflasyon ortalama hanehalkının tüketim sepetinin enflasyonu. Oysa, tüketim sepetinin bileşimi gelire göre büyük değişiklikler gösteriyor. Örneğin en düşük yüzde 20 gelir grubunun ortalama tüketim sepetinde gıda harcamalarının payı yüzde 37. Buna karşılık en yüksek yüzde 20 gelirin ortalama sepetinde bu pay yüzde 14. TÜİK’in takip ettiği enflasyon sepetinde ise gıda payı yüzde 25. Keza diğer kalemlerde de büyük farklar var. Ulaştırma kalemi zengin sepetinde, konut harcamaları ise yoksulunkinde büyük paya sahip.
Tüketim sepetinde farklı ağırlıklar nedeniyle yoksul ile zenginin enflasyonu farklılaşıyor. Gıda fiyatları ortalama enflasyondan daha hızlı artarsa, ki son yıllarda durum bu, yoksulun enflasyonu daha yüksek oluyor. Enerji fiyatı artışı ise ulaştırma üzerinden zengin enflasyonunu, konut üzerinden de yoksul enflasyonunu etkiliyor. Sonuç olarak son 11 yılda yoksulun tüketici enflasyon endeksi 265’e yükselirken, zenginin endeksi 247’de kalmış durumda. Arada 18 puanlık bir fark var. Bu fark, son bir yılda 5 puan artmış durumda.
Gıda fiyatlarında artışın yüksek seyretmeye devam etmesi endişe verici. Enerji fiyatları zengin ile yoksulu farklı kanallardan aşağı yukarı aynı ölçüde etkiliyor ama gıda fiyatları yoksulu vuruyor. Gıda fiyatları böyle artmaya devam ederse yoksulun enflasyonu da resmi enflasyondan daha hızlı artmaya devam edecek. Hükümet, başta asgari ücret olmak üzere memur ve emekli maaşları gibi bazı önemli gelirleri enflasyona göre belirliyor. Oysa bu tür gelirlerle geçinenlerin çoğu düşük gelirli. Dolayısıyla enflasyonları daha yüksek.

Toparlarsak, Betam’ın hesapları 2003’ten sonra iki yıl kadar yoksulun enflasyonunun çok az da olsa resmi enflasyonun (ortalama enflasyon) biraz altında seyrettiğini gösteriyor. Ancak 2007’den itibaren yoksulun enflasyonu ortalamadan daha hızlı artıyor. 2007’den bugüne yoksulun tüketim sepetinin değeri ortalama sepete kıyasla yaklaşık yüzde 8 oranında artmış durumda. Dolayısıyla düşük gelirlilerin ücretleri ve maaşları en azından bu orandan daha yüksek olmalıydı.
(Zaman, Mart 2015)

2 Mart 2015 Pazartesi

Bu kavga artık son bulmalı

Perşembe günkü yazım “faiz savaşı bitmedi” başlığını taşıyordu. Yazıyı çarşamba günü Cumhurbaşkanı zehir zemberek çıkışını yapmadan önce yollamıştım.
Yazıda Başbakan’ın ve Ekonomi Bakanı’nın ölçülü eleştirilerine yer vermiş, ancak Cumhurbaşkanı’ndan sert bir tepki beklediğimi yazmıştım.. Yanılmadım. Saray’dan çok sert bir açıklama geldi. En çarpıcı bölümü mealen şuydu: Bize gelince bağımsızlık taslıyorsunuz ama aslında başka yerlere bağımlısınız. Sayın Erdoğan’ın nereyi ima ettiği herkes için açıktı. Bu yetmedi cuma günü de “Vatanı satmak yüksek faizle olur.” dedi. Açıkçası bu faiz kavgası beni bezdirdi. Özellikle “kavga” deyimini kullanıyorum çünkü olay ekonomik tartışma çerçevesini aşarak adeta polisiye nitelik kazandı. Ekonomistin yazacağı fazla bir şey kalmadı.  Belli ki Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın istifa etmesini istiyor. Ancak bu yolla sözünü dinletebileceği yeni bir başkan bulunabilir. Bu kadar ağır ithamlardan sonra Sayın Başçı’nın başkanlık koltuğunda oturmaya nasıl devam ettiğini hayretle ve merakla izliyorum.
Bu koşullarda Başçı’nın Merkez Bankası’nı serinkanlılıkla, akılla yönetmesi bence mümkün değil. Bundan sonra yapılacak Para Politikası Kurullarında faiz kararları ekonomik koşulların analizine dayanarak alınamaz. Karar alıcılar mutlaka “Acaba alacağımız tepkinin şiddetti ne olacak, bu işin sonu nereye varacak?” diye endişelenmek zorunda kalacaklardır. Sanırım Başçı da ayrılmak istiyor ama ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan izin vermiyor. Başçı’yı istifadan vazgeçirmek için ne gibi argümanlar kullanıyor, doğrusu çok merak ediyorum. Orta vadeli bir planı var mı? Bilmiyorum.
Bu kavga artık son bulmalı çünkü ekonomi zarar görüyor. Merkez Bankası faizi indirdikçe, Cumhurbaşkanı da ona yüklendikçe piyasa faizi ve kur tırmanıyor. Özellikle piyasa faizinin yükselmesi tam bir çelişki. Ocak ayında 0,50 puanlık indirim öncesi iki yıllık tahvil faizi yüzde 7’nin altına inmişti. İndirimden ve şiddetli kavgadan sonra yüzde 8’i buldu. 25 baz puanlık son indirimle birlikte baskının doruğa tırmanmasıyla yüzde 9’a dayandı. Bu kavga sözde piyasa faizi düşsün, yatırımlar artsın diye yapılıyor. Bu ortamda Merkez Bankası piyasa kontrolünü yitirmiş durumda.
Faiz kavgasına son vermenin yolları belli. Ekonomi Bakanı Zeybekci, Merkez Bankası yasasını değiştirmekten söz ediyor. Yasaya fiyat istikrarı görevi yanı sıra büyüme, işsizlik gibi görevler de ekleyelim diyor. Şahsen bir şey değişeceğini sanmam ama bu meşru bir tartışma olur. AKP iktidarı bu türden bir değişikliği hemen yapabilir. Beğenmeyen banka yöneticileri istifa eder olur biter. Ya da Cumhurbaşkanı Başbakan ile anlaşır, o da Başçı’nın istifasını ister. Yasal olarak bir zorunluluk olmasa da herhalde Başçı bu durumda istifa eder. Yerine Başbakan Cumhurbaşkanı tarafından önerilen bir ismi atar, kavga son bulur.
Faiz kavgasına son verecek bu iki çözümün önemli bir koşulu var. Başta Ali Babacan olmak üzere Merkez Bankası yasasının değişmesine ya da Başçı’nın istifasına karşı çıkan hükümet mensuplarının ikna edilmeleri gerekiyor. Belki bir kısmı ikna olabilir ama özellikle Babacan’ın bu “çözümlere” ikna olacağını hiç sanmıyorum. Bu durumda onun da istifa etmesi gerekir. Bu gelişmelerin etkileri ne olur? Seçimlere giderken canlandırılmak istenen ekonomi nice olur? Cumhurbaşkanı’na göre çok iyi olacak. Ben aksini düşünüyorum ama en azından haklı mı, değil mi görmüş oluruz.

(Zaman, Mart 2015)